Hande Demir

Hande Demir

Erkek Adamda Ağlar!

Erkek Adamda Ağlar!

Türk toplumlarında erkeklik, tarihsel olarak güçlü, savaşçı ve koruyucu olma ile özdeşleştirilmiştir. Bu anlayış zamanla, erkeklerin duygusal ve fiziksel güçlerini dışa vurmamaları gerektiği inancına dönüşmüştür. Erkeklerin güçsüzlük ya da duygusal yumuşaklık gösterdiklerinde toplum tarafından ciddiye alınmadığı, hatta “güçsüz” olarak etiketlendikleri bir kural haline gelmiştir. Eski filmler ve kültürel anlatılar, erkeklerin acı çektiğinde dahi bunu göstermemeleri gerektiği mesajını derinden hafızalarına işlemiştir. Bu anlayış, adeta erkeğin “güçlü” kimliğini inşa eden bir kod gibidir.

Erkeklerin, duygularını dışa vurmamaları ve her durumda soğukkanlı olmaları gerektiği ise toplumsal bir beklentidir. Ağlamak, zayıflıkla ilişkilendirilirken, kahkaha atmak ise ciddiyetsizlik olarak görülür. “Güç erkeklere, güzellik ise kadınlara özgüdür” söylemi, bu anlayışı pekiştiren toplumsal söylemlerden sadece bir tanesidir. Erkekler, genellikle işinde gücünde olan, başkalarını koruyabilen ve her durumda sağlam kalan figürler olarak idealize edilir.

Bu anlayış, erkekleri yalnızca fiziksel güç ve başarıya dayalı bir kimlik oluşturmaya zorlayan bir yapıyı doğurdu. Erkeklerin duygusal ihtiyaçları göz ardı edilirken, toplumsal normlar onları yalnızca güçlü ve başarılı olmaya zorluyor.

Peki, bir erkek sürekli güçlü olmak zorunda mı? Bir insan yalnızca güçlü olduğunda mı değerli olabilir? Sevgili dostlarım, birinin değerli olabilmesi için sizce nasıl biri olması gerekiyor? Yazının bu kısmında hepinizden durup düşünmenizi rica ediyorum...

Toplumsal Baskıların Gerçek Yüzü

Erkek çocukları, küçük yaşlardan itibaren ailelerinin direği olacak şekilde yetiştirilir. 10 yaşındaki bir çocuktan, babasından sonra evin direği olma sorumluluğu beklenir. Bu sadece ailenin geçimini sağlama değil, aynı zamanda toplumun erkeklik anlayışına uygun bir model sergileme baskısıdır. Babalar, yıllar içinde edindikleri deneyimle tüm sorumlulukları oğullarına devreder. Oğul ise henüz çocuk yaşta yetişkinlere özgü sorumluluklarla tanışır. Artık oyunlar yoktur. Çünkü erkek adam babasına yardım etmeli, annesinin ve kardeşlerinin koruyucusu olmalıdır. Kulağa acımasızca geliyor değil mi?

Bu süreç sadece fiziksel değil, duygusal olarak da büyütülmesi gereken bir durumu yaratır. 10 yaşındaki bir çocuktan, duygularını geri planda tutması ve güçlü bir figür olması beklenirken, bu baskı sağlıklı bir duygusal gelişimi engeller. Çocukluk, en doğal hallerini dışa vurma zamanıdır. Bu kadar küçük yaşta bu baskıyı taşımak doğru mudur?

Bir arkadaşımın amcası öldüğünde yaşadığı deneyim, bu toplumsal baskının ne kadar gerçek ve acımasız olduğunu gösteriyor. Amcasının cenazesi sırasında ailesi büyük bir acı içerisindeyken, arkadaşım ağlayamadı. Toplum ona güçlü olma rolünü yüklemişti ve duygusal yönlerini bastırmasını zorunlu kıldı. Ertesi gün yapılacak mevlüt için tüm organizasyonu üstlenmek ve cenazeye gelenlere teselli vermek zorunda kaldı. Bu durum, erkeklerin duygusal ifadelerinin engellendiğini ve toplumsal olarak sürekli "güçlü" olmalarının beklendiğini gözler önüne seriyor.

Hayatta Erkeklerin Karşılaştığı Zorluklar

Günümüz iş yaşamı, erkekler üzerinde başka bir baskı oluşturan önemli bir alanı temsil ediyor. Erkekler, toplumun onlardan beklediği başarıyı yakalamak, ailelerini geçindirmek ve güçlü bir kariyer yapmak zorunda olduğunu bilerek büyütülüyor. Erkeklerin kariyerlerinde yüksek beklentilerle karşı karşıya kalmaları da duygusal ihtiyaçlarının çoğu zaman göz ardı edilmesine neden oluyor. Toplum, işyerlerinde de erkeklerden soğukkanlı olmalarını, zorluklar karşısında yılmamalarını ve liderlik özelliklerini sergilemelerini bekliyor.

Bu baskı, erkeklerin stresle baş etme becerilerini zayıflatırken, fiziksel ve psikolojik sağlıklarını olumsuz etkiliyor. İş yerindeki başarısızlıklar, kişisel bir zaaf olarak görülüyor ve toplumsal olarak bu zaaflar, erkeklerin “güçlü” imajını sarsıyor. Ancak, her birey iş yerinde de insani yönlerini sergileyebilir, değil mi? Neden erkeklerin bu insani yönlerine yer yok?

Toplum, erkeklerin her zaman güçlü ve soğukkanlı olmalarını beklerken, onların duygusal yorgunluklarını ve kırılganlıklarını görmezden geliyor. Bu durum ne kadar sürdürülebilir?

Erkeklerin sadece “güçlü” olmaları beklendiğinde, bu durum onların tüm insanlıklarını ifade etme özgürlüklerini de engelliyor. Duygusal derinlik ve içsel zenginlik, erkeğin tam anlamıyla var olabilmesinin önünü açar. Erkekler, duygusal derinlik ve insani değerlerle şekillenen bir kimlik oluşturmalı ve sadece fiziksel güçle değil, aynı zamanda duygusal zekâlarıyla da var olabilmelidirler.

Bir erkek, duygusal yönlerini dışa vurduğunda gerçekten zayıf mı olur?

Erkeklerin, duygusal yönlerini yaşamalarına olanak tanımayan, onları yalnızca güçlü olmaya zorlayan toplumsal yapı, büyük bir adaletsizlik. Erkeklerin duygusal deneyimlerini dışa vurabilmesi, hem bireysel sağlıkları hem de toplumsal yapının sağlıklı gelişimi için son derece önemlidir.

Erkeklere atfedilen “güçlü” ve “koruyucu” kimlik, onların gerçek insan olma haklarını ihlal ediyor. Hem duygusal hem de fiziksel olarak güçlü olmak zorunda hissetmek, bireylerin özgürlüklerini kısıtlar. Toplumun, erkeklerin duygularını dışa vurabilmeleri ve zayıf olabilmeleri için daha esnek ve anlayışlı bir yaklaşım geliştirmesi gerekmekte. Erkeklik, sadece “güç” değil, duygusal derinlik ve insani değerlerle şekillenen bir olgudur. Şimdi Sevgili Dostlarım, sizin ailenin güçlü koruyucusuna kocaman sarılın. Onlar bunu hak ediyor. Sırf cinsiyetleri yüzünden duygularının olmamasını beklemek hiç adil değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hande Demir Arşivi