Zamanla Azalan Bağlar
Yılbaşı yaklaşırken içimi hem sevinç hem de hüzün kaplıyor. Bazen, yıllardır hiç şahit olmadığım bir dönemin özlemini duyduğumu fark ediyorum. Kim bilir, belki de daha önceki yılların sıcaklıklarını, huzuru, o eski mahalle kültürlerini ve birbirine destek olan insanları özlüyorum.
Yılbaşının yaklaşmasıyla birlikte kafamda aynı anda bir sürü soru işareti beliriyor. "Yeni yıl ne getirecek? Ne değişecek? Beklentilerimiz karşılanacak mı?" soruları, sevinçle birlikte kaygıyı da beraberinde getiriyor. Bir gece de olsa her şeyin ötesine geçip eğlenmek istesem de, kaygılar hep bir adım gerimde gölge gibi beni takip ediyor. Kiminiz bu geceyi aileleriyle, sevdikleriyle geçirecek, kiminiz yalnız kalacak, kiminiz ise belki de kaybettikleri sevdikleriyle bir yılbaşı gecesini hatırlayarak geçirecek.
İçinde bulunduğumuz çağda teknolojinin hızla ilerlemesinin insan ilişkilerini de farklı bir boyuta taşıdığı yadsınamaz bir gerçek. İçinde bulunduğumuz çağ, hem harika hem de çok korkutucu. Teknoloji her geçen gün daha da ilerliyor. Yapay zeka ve dijital dünyalar hayatımıza daha fazla entegre oluyor. Teknoloji, bizim her ihtiyacımıza cevap verebiliyor, her an yanımızda. Hatta birçoğumuzun sanal arkadaşları gerçek arkadaşlarından daha fazla. Fakat insan, ne kadar teknolojik bir dünyada yaşarsa yaşasın, yanında gerçek bir insan, bir nefes arıyor... Hiçbir sanal arkadaş, o sıcaklığı veremiyor.
Artık küçük yaştan itibaren, elinde telefonla hayata merhaba diyen çocukları görmek hiç garip gelmiyor. Bu çocuklar, her konuda bilgi sahibi, dünya hakkında çok şey biliyorlar. Herkes, onların ne kadar şanslı olduklarını, bilgiye ulaşmalarının ne kadar kolay olduğunu konuşuyor. Fakat verdikleri psikolojik savaşı fark etmiyorlar.
Eskilerin Masalları
Eskiden akraba sohbetlerinde sıklıkla duyduğumuz, "Bizim zamanımızda televizyon bile yoktu," cümlesi, artık birer masala dönüşmüş durumda. O dönemde tek bir evde televizyon varmış, mahalledekiler orada toplanır, birlikte izlerlermiş. O zamanlar imkanların çok kısıtlı olduğunu, ama bir yanda da birlikte olmanın güzelliğinden bahseder büyüklerimiz. Oysa şimdi her şey elimizin altında. Her türlü bilgiye, her türlü insanla iletişim kurmaya bir tuş kadar yakınız. İstediğimiz arkadaşla, uzak mesafeleri aşarak birkaç saniye içinde konuşabiliyoruz. Kilometrelerce uzaklıktaki birini anında görebiliyoruz. Ama teknolojinin sunduğu bu kolaylıklara rağmen, bir eksiklik var. O eski huzuru bulamıyoruz. O dönemin samimiyetini, yakınlığı, birlikte olmanın gerçek anlamını içten içe özlüyoruz.
Büyüklerimiz, "Bizim zamanımızda televizyon bile yoktu," derken, aslında o eski zamanların değerini hatırlatıyorlar. O zamanlar insanlar birbirine daha yakındı, zorluklar vardı ama birlikte olmanın güzelliği de vardı. Bugün ise her şey çok daha kolay, ancak bu kolaylıklar bizi yalnızlaştıran bir etki yaratıyor. Teknoloji bizi birbirimize yakınlaştırmış gibi gözükse de, eski zamanlardaki huzur ve aidiyet duygusunu bulmak gittikçe zorlaşıyor. İnsanlar, yüzlerce arkadaş edinebilse de, yalnızlık duygusuyla baş başa kalabiliyor. Bu da gösteriyor ki, teknolojinin sağladığı her şey, insanın ruhsal ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılamıyor.
Belki yüzlerce arkadaşımız var, ancak üzgün olduğumuzda, yalnız kaldığımızda, arayacak birilerini bile bulamayabiliyoruz. Yalnız olmadığımızı biliyoruz; aynı dünyada yaşadığımız çok insan var. Ancak bazen yalnızlık, insanın içine öyle derin işliyor ki, başkalarıyla iletişim kurmak çok zor hale geliyor. Tek başına tavanı izleyen, yalnızlık içinde kaybolan insanların sayısı her geçen gün artıyor.
Kaybolan İnsanlar
Eskiden mahalle kültüründe insanlar birbirine daha yakındı, komşuluk ilişkileri güçlüydü. Çocukluğumda, tüm mahalle bir aile gibiydi. Herkes birbirini tanır, birbirine el uzatırdı. Sokakta oynadığımız oyunlar, komşularla geçen zaman, o dönemde hayatın bir parçasıydı. O zamanlar insanlar birbirini yalnız bırakmazdı, birbirlerinin dertlerine sahip çıkarlardı. Şimdi ise o eski kültür giderek yok oluyor, insanlar yalnızlaşıyor ve komşuluk ilişkileri azalıyor. Eskiden çocuklar sokakta büyürken, bugünün çocukları dijital dünyanın içinde büyüyor ve bu durum onların yalnızlıklarını artırıyor. Akraba sohbetlerinin neredeyse kaybolduğu bu dönemde, teknolojinin bize sunduğu bağlantılar, gerçek insan bağlarının yerini tutmuyor.
Bazen haberlerde görüyorum. Ölen insanların cesetleri günler sonra ceset kokmaya başlayınca bulunuyor. Bir ceset kaç gün sonra çürümeye başlar? Kimse çalmamış mı o kapıyı? Ya da o insanın kalplerdeki yeri hiç mi yok, yokluğu fark edilmiyor mu? Binlerce buna benzer soru geçiyor aklımdan, boşluğa dalıyorum.
Ben kendimi şanslı kesimden sayıyorum. Tüm mahallenin birlik içinde yaşadığı bir yerde geçti çocukluğum. Dedem uzakta yaşıyor ama başkaları dedelik yaptı bana. Hala sokakta gördüğünde şeker çikolata uzatan dedelerden bahsediyorum. Kaç yaşına gelirsem geleyim, beni yalnız bırakmayan dedeler. Sen seviyorsun diye evinde pişen yemekten sana da getiren anneler. Sana yapılan, ona yapılmış gibi koruyup kollayan babalar, abiler...
O eski bağlar, zamanla azalmış olsa da, bu kültürün içinde hala bir parça var. Yine de, zamanın getirdiği yalnızlık ve kopukluk hissi, peşimi bırakmıyor.
Şimdi, bu çağda doğan ve eski kültürden bihaber çocuklar ne halde, kalabalıklar içinde sessiz hangi savaşları veriyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Belki de verdikleri savaşta farkında olmadan kayboluyorlar. Yaşlılar ve yalnız yaşayanlar da benzer savaşları veriyorlar. Kapalı kapılar ardında, kimse fark etmeden yok oluyorlar. Sesleri, görüntüleri hafızalardan siliniyor. Cenazeler bile bazen sahipsiz kalıyor. Bir insanın bu dünyadan yok olmasına kimse kayıtsız kalmamalı, ama bazen öyle oluyor ki, kimse birinin kaybolduğunu bile fark etmiyor.
Tek başına hayattan yitip gitmek üzere olan bir insan, sadece kendisi için değil, toplum için de kaybolmuş demektir. O eski mahalle kültüründe olduğu gibi, birbirimize sahip çıkmalı, yalnızlığı yenecek bağlar kurmalıyız. Günümüz dünyasında, belki sokaklarda o eski komşuluk ilişkileri yok ama kalpten kalbe uzanabilecek güçlü bir bağın hala olduğuna inanıyorum. Birbirimizin varlığını hissedebilmeli ve yalnızlaşanları fark ederek, onlara ulaşmalıyız. Unutmayalım ki, her insan, bir başkasının hayatında önemli bir yer tutar ve bir insanın kaybolması, herkesin kaybolması demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.