Mürsel Adıgüzel

Mürsel Adıgüzel

Dilenci

Dilenci

Dilenci

Sevgili okurlarım, bu günkü yazımda sizlerle üç dilencinin öyküsünü paylaşacağım. Bu öykülerden birincisini benim 1967 yılında öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, ilk görev yerim olan İzmir’e trenle gidiş yolculuğum sırasında dinledim.

O tarihlerde trenler üç mevkiye ayrılmaktaydı. Birinci mevki yataklı olduğundan, zenginlerin yatıp kalkacağı mevki idi. İkinci mevki sünger koltuklu ve nispeten rahat yolculuk edilebilecek mevkiiydi. Üçüncü mevki ise köylülerin ve ırgatların üst üste yolculuk yaptıkları mevkilerdi. Diğer mevkilerde yolculuk yapma şansları hiç yoktu. O vagonlar varış yerine kadar boş olsalar dahi, bu insanlar oraya yanaşamazdı. İşte ben böyle bir zamanda ikinci mevkide yolculuk yaparken, Kayseri garında kelli felli bir şahıs geldi yanıma oturdu. Ben Kars’tan, Kayseri’ye kadar yalnız başıma geldiğimden, canım çok sıkılmıştı. Adı Arif olan bu yaşlı adamın gelişine çok sevindim. Ne var ki Kurtalan ilçesine kadar olan yolculuğumuz süresince bir birimizle hiç konuşamadık.  Otuz altı saat yolculuk süresinde konuşacak kimseyi bulamadığımdan içim içimi yiyordu. O anda karnımın acıktığını hissettim, yerimden kalktım önce tuvalete gidip ihtiyaçlarımı giderdim. Sonrada elimdeki havlumu ve sabunumu çantama koydum. Arif amca ben yemek yemeğe gidiyorum, sizde gelmek ister misin? Dedim.

Yüzüme baktı, başını geriye iterek hayır işareti verdi. Arif amcanın bu hareketine daha çok üzüldüm. Yemek salonuna gidip yemeğimi yedikten sonra, konpartımanıma döndüm.

                Arif amca yerinden doğrularak, bak evlat sen daha gençsin. Hayatta neyin ne olup bittiğini bundan sonra öğreneceksin. Benim kim olduğumu ve nasıl biri olduğumu bilmeden beni yemeğe davet ettin. Biliyorum canın çok sıkılmış olabilir. Ama benden sana nasihat, iyice tanımadığın kimselere ne kapını aç nede yakın dur. Bak ben sana yaşadığım bir öykümü anlatayım canının sıkıntısı gider belki.

                Arif amcanın bu çıkışına ve sonrada bir öyküsünü anlatmak istemesine çok sevindim. Kendimi geri çektim, oturuşumu düzene koyduktan sonra buyur sizi dinliyorum, dedim.

                “Bak öğretmen bey, ben İstanbul’un Beşiktaş ilçesindenim. Aynı mahallede birlikte yetiştiğimiz bir arkadaşım vardı. Bir birimizden ayrı gayrimiz yoktu. Ailelerimiz bile bizim sayemizde çok yakın dostluklar kurmuşlardı. Aynı okulda bile beraber ve aynı sırayı paylaşmaktaydık. Gün geldi ben askeri okula, oda polis okuluna gitti. Bir birimizden ayrılmıştık ama, mektupla yazışıp durmaktaydık. O tarihlerde ikinci dünya savaşı bitmiş, İstanbul işgâl edilmişti. Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da kurtuluş mücadelesini vermekteydi. Bunun içinde düzenli orduyu kuruyordu. Biz iki arkadaş bir araya geldik ve Mustafa Kemal’in kurduğu orduya katılmak üzere Ankara’ya gittik. Kayıt işlemlerimizi yaptırdıktan sonra, bizi kıtamıza teslim ettiler. O tarihten itibaren bütün cephelerde savaştık. Hafif yaralanmaların haricinde ikimizin de sağlık durumu yerindeydi. Cumhuriyet İlan edilmiş, yeni düzenlemelere geçilmişti. Bu düzenleme içinde bizimde durumumuz gereği okullarımıza yollandık. Aradan yıllar geçti, her ikimizde başarıyla mezun olduk. Ben orduya teğmen olarak katılırken, arkadaşımda polis olarak görevine başladı. Aradan geçen yirmi yıl sonra tekrar karşılaştık. Bir birimize söyleyecek o kadar sözümüz vardı ki, kısa zamanda anlatılması imkânsızdı.

                Arkadaşım Adana Emniyet müdürü, bende Kurmay Albaydım. Bana ısrarla yaz tatilinde izin alıp Adana’ya gelmemde çok ısrarlı oldu. Ben çok sevdiğim arkadaşımı kıramadım ve geleceğime dair söz verdim.

                İzine ayrılmadan tekrar kendisiyle görüştükten sonra, izine ayrılıp, doğruca Adana’ya gittim. Tabi beni iniş noktamda karşıladı ve aldı doğruca makamına götürdü. Sebebi ise, izin işlemini tamamlaması gerektiğini söyledi.

                Odasında kahvelerimizi içerken, bir polis içeri girdi. Selam verdikten sonra, bir dilenci vatandaşın ısrarla kendisini görmek istediğini söyledi.

Bu söz üzerine, dilenciyi alın getirin dedi. Tabi birkaç dakika sonra polis dilenciyi getiriverdi. Arkadaşım, dilenciyi sordu sorguladı, sonrada cebinden çıkardığı bir avuç bozuk parayı dilenciye verip gönderdi. İş olacak ya, beş dakika sonra polis tekrar kapıyı çalıp içeri girdi. Efendim bugün hiç olmayan işlerle karşılaştık. Şimdi bir dilenci daha geldi. O da ısrarla sizi görmek istiyor.

                Arkadaşım, peki onu da alın içeri dedi?

Polis adamı içeri getirdi getirmesine ama, benim arkadaşım yerinden kurşun gibi fırladı. Dilencinin üzerine çullandı. Şille tokat, tekme derken, götür bu şerefsiz adamı bir daha gözüm görmesin. Bunun dilendiğini görürseniz haberim olsun diye de emir verdi.

Ben neye uğradığıma şaşırmıştım. Bu durumu kendime kurulan bir tuzak olarak düşündüm. Hemen yerimden fırladım ve valizimi aldığım gibi kendimi dışarı attım. Arkadaşım peşimden koşup geldi ve boynuma sarılarak yalvarmaya başladı. Yaptığının benimle ilgisinin olmadığını söylediyse de ikna edemedi. Ya bana gerçek nedeni anlatırsın, ya da kusura bakma yapmış olduğun bu hareketi, bana yapılmış kabul edip gidiyorum. Sen iki dilenciden birisini seviyor, diğerini dövüyorsun. Be ne demek bana kurduğun bir tuzak demektir. Beni yaraladın ve çok kırdın. Maksadın neydi ki onu da anlayamadım, dedikten sonra kolundan çıktım.

Tamam, çok özür dilerim, dedi. Gitmekten vaz geçerseniz gerçeği sizinle paylaşacağım.

Bu sözüne inanarak tekrar odasına döndüm.

Bak biz kırk yıllık arkadaşız. Birbirimizden ayrımız gayrımız olmadı. Ancak bizim bir aile sırrımız vardı, onu da sana değil hiçbir kimseye söylemedik. Ben Yahudi bir ailedenim. Ailemiz Türklerden zarar görmeyelim diye, Türkler gibi davrandı. Tabi sende bilmiyordun. Şimdi bugün olan duruma gelecek olursam, odama birinci gelen dilenci Müslüman’dı. Sizler Allah adını düyunca gerekli yardımı yapıyorsunuz. Bu dilencilerinizde, dini istismar ederek zenginleşiyor ve asalaklaşıyorlar. Son gelen dilenci ise Yahudi bir vatandaştı. Onun dilenmeye hakkı yoktur. Asırlarca vatansız bir millet olarak yaşadık. O çalışma ve yer yurt sahibi olmak zorundadır. Irkından olanlarında yanında durması gerekmektedir. Ben bu sebepten dolayı onu dövdüm. Şimdi beni affedebilecek misin?

Bu hareketi uzun uzun düşündüm. Kalmaya karar veridim. İşte böyle bir olay yaşadım öğretmen Bey. Bundan sonrasını sen düşün.” Dedi.

Not: Yazının uzun olması sebebiyle, iki dilenci olayını da hafta içinde okursunuz.

Mürsel ADIGÜZEL

Eğitimci Yazar ve Şair

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mürsel Adıgüzel Arşivi