Yüksel YAZICI

Yüksel YAZICI

Efsane Dolandırıcı Sülün Osman’la Bir Anı

Efsane Dolandırıcı Sülün Osman’la Bir Anı

                                                  Efsane Dolandırıcı  Sülün Osman’la Bir Anı

Bu güzel Pazar gününde size, büyük ihtimalle adını duyduğunuz fakat  hakkında fazla bir şey bilmediğiniz bir efsane dolandırıcıdan söz edeceğim.

Evet,  bu ünlü efsane dolandırıcı Sülün Osman!

Yani  bu şehr-i İstanbul’un ve de dünya  dolandırıcılık tarihinin  en ünlü isimlerden biri... Vakti zamanında İstanbul’a gelmiş olan bir Anadolu Ağa’sına tramvayı, bir başkasına Galata Köprüsü’nü ya da Beyazıt Meydanı’ndaki  saat kuleleri gibi orjinal nesneleri satan Sülün Osman; yaşadığımız bohemli yılların içinde yer alan ilginç karakterlerimizden birisidir.

Buradaki “Bohem Yıllar”, son yayınlanan kitabımın adıdır. Ve 1960 ile 1990 yılları arasındaki yani “68 Kuşağı”  anılarımdan küçük küçük ama unutulmaz  parçalarının  bir araya geldiği bütünlüktür.

Onunla, konumuzla ilgili olan bağlantımızı anlatmadan önce, Sülün Osman hakkında hiçbir bilgisi olmayan yeni kuşaklara bir anımsatma yapalım önce... Ve onun, gerçekten çok şaşırtıcı olaylarından biri olan örneğin tramvayı satma öyküsünü canlandırarak başlayalım: 

Rivayet edilir ki Sülün Osman, birgün Beyoğlu’ndaki  İstiklal Caddesi üzerinde bir yere çömelmiş,  gelip geçenleri izlemektedir. O sırada yanına başı kasketli, şalvarlı ve elinde tespihiyle saf görünüşlü bir taşralı ağa yaklaşıp sorar:

“Burda neylirsin sen hemşerim? Gelene gidene bakıp duruyon hep?

Sülün Osman, onu görünce düşüncelerinden uyanır ve içinden: “Bu adamla bir iyi iş yapılır” diye düşünür.  Ve onu iyice süzdükten sonra, gelip geçen tramvayları baş işaretiyle göstererek  yanıtlar:

“Şu geçen tramvaylar var ya, işte onların hepsi benimdir! Binen müşteriler çok mu, vatmanlar düzgün çalışıyor mu diye onları kontrol ediyorum!”

Taşralı Ağa, geçen tramvaylara sonra da Sülün Osman’a dönerek:

“Yaaa! Hepisi mi?”                          

Sülün Osman:

“Evet, hepisi…”

Derken, böylece başlayan laf koyulaşır. Bir ara Sülün Osman:

 
”Ağa bey amca, sen yabancısın galiba, ne iş yaparsın?”

”Ben mi? Çifçiyim, traktör almak için geldim İstanbol’a... Emme hem çok bahali, hem de bu parayi versem bilem,onu nasıl kullancem bilmirem! Bana zor geliyir… Ben de düşünüp duruyom işde!”

Şeklinde derletinirken, Sülün Osman onu iyiden iyiye incelemektedir ve şeytanca fikirler başında uçuşmaya başlar!

O sırada, tramvaylar da kırmızı, yeşil, sarı renkler içinde  vızır vızır önlerinden geçip gitmektedir. Sülün Osman' ın kafasında bir ışıldak gibi fikirler  parlar söner! Ve fırsatını yakaladığında da ağaya dönüp:

 “Yahu  ağa bey amca! bu yaştan sonra senin traktörle falan ne işin olur Allahasen? Onu alsan bile masrafı çok, mazotu köy yerinde problem! Yedek parçasını ararsın bulamazsın, yakıtı bitince de olduğu yerde durur kalır! Hele hele o arkadaki dev gibi büyük lastik tekerlekleri var ya, onlar tarlada çok çabuk aşınıp eskir... Hani anlayacağın, traktör her zaman sana büyük masraflar açar. Kazandığın ürünün parasını yatırsan bir lastiğini bile zor alırsın!”

Diyerek zavallı kurbanına bu ön hazırlıktan sonra  şöyle bir teklifte bulunur:

“Dedim ya, bu gördüğün tramvayların hepsi benimdir. O kadar çok ki, bende onları kontrol etmekten bıktım! Müşteri çıktıkça tek tek satıyorum şimdi… Üstelik bu araçların tekerleği demirdendir, hiç aşınmaz ve patlamaz.  Beş kuruş da başka masrafı yoktur! Benzin mazot gerekmez...  Akşamları evin önüne bağlarsın, fişini elektiriğe takarsın cereyanı depolar. Sonra da sabahtan akşama kadar da onunla çalışır. Alırsan, köyle kasaba arasında senelerce işletirsin. Hem seni bayağı sevdim Ağa bey amca, gel sana birini vereyim. Hem de kelepir fiyatına vereceğim ha!..”

Taşralı ağa şöyle bir bakar tramvaylara, ‘gerçekten köyle şeher arasında bunnardan bir dene olsa hem iyi gazanır, hem de çok sükseli olur’ diye düşünür. Kısaca aklı kesmiştir tramvayı... Biraz daha düşünüp sorar Sülün Osman’a:

”Peki, neye olur bi denesi? Kaça virirsin bana?

Adamı kıvama getirmiştir Sülün Osman... Üsteler:


“Sendeki traktör parası bunları almaya yetmez! Ama bir tane eksilse bile, benim için birşey farketmez. Bak işte 367 numaralı tramvayım geciyor. Bunun gibi 600 tane var ben de... Canın sağolsun bir tanesini senin gül hatırın için traktör parasına vereceğim Ağa bey amca, sevildiğinin kıymetini bil! Hemen al yoksa satmaktan vazgeçerim bilesin... Bu işler öyle uzatmaya gelmez!”

Ağa tava gelince de cebinden bir kağıt çıkartır Sülün Osman ve “iş sağlam olsun” diye, yakındaki kahveye götürüp bir satış senedi hazırlar. Senet fikri devreye girince de, taşralı ağa daha bir güven duyar tabii...  Ve kağıda gerekli şeyler yazılır, çizilir; sonra  karşılıklı olarak  “aldım”, “sattım” diye imzalar atılır, parmaklar basılır, ardından da hayrın görülmesi dilekleriyle tokalaşırlar. Senet işi bitince de Sülün Osman, Ağa’yı durağa götürüp bir tramvaya bindirir ve:

 “Haydi hayırlı uğurlu olsun” der kulağına eğilip... Biletçiyi uyandırmaması için de:

“Sen şu parayı bilet kesene ver, gideceği yere varınca cebindeki  senedi gösterir tramvayını alırsın ve köye götürürsün artık! Traktöre ayırdığın parayı da, kimseye göstermeden cebime koy... Burda yankesiciler çoktur, görüp de peşime düşmesinler!”

Ağa, Sülün Osman’ın dediklerini aynen yapar ve göğsünden çıkardığı kadife beze sarılı para tomarını onun cebine koyar çevreyi kontrol ederek... Bir süre sonra Sülün Osman, ona uğurlar dileyerek ilk durakta tramvaydan iner ve kalabalıkta kaybolur.

Tramvay son durağa gelince vatman inmesini ister tabii... Taşralı ağa ise, tramvaydan inmek istemez ve cebinden satış senedini çıkarıp kendilerinin inmesini, tramvayı köye götüreceğini söyler. Biraz patırtıdan sonra olay polise intikal eder. Polisler, Ağa’nın uzattığı kağıttaki yazıyı okuyup, alttaki imzalara bakarlar. İmzanın Sülün Osman’a ait olduğu görüldüğünde de durum anlaşılır! Olay büyür ve  basına akseder, sonuçta da zavallı Ağa beş parasız köyüne döner.

İşte, 1950’li yıllarda gerçekleşmiş olan Sülün Osman’ın, çok sayıdaki insanları kandırma ve dolandırma olaylarından biri  aşağı  yukarı böyle... Tramvay dolandırıcılığındaki bu durum ve ahvalden sonra, onu biraz tarif edelim şimdi ve Beyoğlu’nun bohem yıllarıyla olan ilişkisine değinelim.

Sülün Osman’la, “Bohem Yıllar” diye nitelediğim süreçlerde tanış olduk biz... Bin dokuz yüzlü yılların ikinci yarısındaydı. Kısa boylu, elmacık kemikleri içeri çökük bir çehreye sahipti ve  biraz büyük görünen kurdele şeritli fotürü başından eksik olmazdı. Genellikle kırmızı renkli ve ütülenmemiş gömlek giyer, yakasına mutlaka papyon takar, ceketinin üst cebinde de süslü fakat kırışık bir mendil sarkardı hep... Pantolununun yatak altı ütüsüyle ütülü  olduğu hemen anlaşılır, biraz eskimiş olan ayakkabıları ise hep boyalı bulunurdu. Özetle, avam görünümlü  centilmen bir metroseksüeldi Sülün Osman!

Beyoğlu’nun ara sokaklarında dolaşır, nerden ve nasıl bulduğunu kimsenin bilmediği küçük ev eşyaları satardı. Örneğin elektirik spürgesi... Teyp, radyo, elektirikli traş makinesi, çalar saat ya da termos! Genellikle bu türden eşyalarla sokak aralarında dolaşır, onları ucuz biçimde satmaya çalışırdı. Ona genellikle Hasnun Galip sokağında (Galatasaray spor kulübünün olduğu sokak)  rastlardım hep… Hatta birgün, nasıl becermişse becermiş; yok fiyatına bir elektirikli traş makinesi de bana satmıştı!

“Bu makine sağlam mıdır?”

“Sağlamdır sağlam, parasını ver gerisini merak etme sen!”

“Kaç para peki?”

“Her yerde elli lira... Ama sen yabancı değilsin yirmi ver yeter!”

“Traş eder mi, işe yarar mı yani gerçekten?”

“ Eder eder! Sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlar, bulaşıkları yıkar, çamaşırları ütüler... İyi mal, iyi...Kıymetini bil!”

Çevredeki esnafın, arkadaşların kahkahaları arasında alıverdik bizde... Ve iki kere kullandım kullanmadım, içinden ateşler çıkmaya başladı. Ki, çabuk davranmayıp elimden atmasam; çıkan ateşlerle yüzüm yanmıştı mutlaka!

Çok güler yüzlü biriydi Sülün Osman!

“İsmiyle müsemma” derler eskiler hani... O ismiyle değil de, daha çok şöhretli olduğu tanımla uyum içindeydi. Bakışları ezik ve biraz düşünceliydi her zaman, fakat yüzü hep güleçti. Bir de kibardı ki, şaşırırsınız! Kötü söz etmez, kimseyi kırmaz sabahtan akşama kadar şu sokak senin, bu sokak benim dolaşır dururdu İstiklal Caddesi’nin ardıllarında… Tanış olduğumuz süreçlerde altmışını geçmişti sanıyorum.  Ben o zamanlar 25’lerdeydeyim.  Zayıf olduğu için, biraz daha yaşlı görünmekteydı. Ehhh hapisane yaşamının da etkileri vardı elbet!

Sevgili okurlar… Sülün Osman’la ilgili bu tanıştırma yazımı burada kesiyorum, malum sayfamız sınırlı… Ama ilerde ondan yine söz edeceğim, beni izlemeye devam edin! Sevgilerle…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yüksel YAZICI Arşivi

"27"

08 Eylül 2016 Perşembe 00:01